26 Kasım 2012 Pazartesi

Affetmek ile unutmak aynı şey değil, asla olamaz da. Affetmek ona değil kendimize yaptığımız bir iyilik. Affetmek; ruhumuzu onun nefretinden kurtarmak ve araya mesafe koymak en iyi seçim.

affetmek

o kişiyi sevmek değil.
o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
o kişiyi kucaklamak değil.
o kişiyi suçsuz bulmak değil.
o kişiyi haklı bulmak değil.
o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.

affetmek

kırgınlığın,
küskünlüğün,
nefretin
hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır.
affetmek artık acıyı hissetmemektir.
yapılanları zihinsel olarak unutmak zaten mümkün değildir.
"duygusal unutma“, affetmenin diğer adıdır.



14 Kasım 2012 Çarşamba

     10. sınıfın başlarıydı sanırım bu fotoğrafı çektiğimizde. Hastanenin kapısından hasta yakını olarak girmemiştim henüz. 'Ne yaptın?' diye sorunca ben 'İçimden öyle geldi.' demişti Özge.
   Elimden gelseydi (bu hareketin onu daha fazla incitmeyeceğini bilseydim) giderdim ve o çocuğun ellerini tutardım. Hiç bilmediğim o kuyuya uzanma isteği doğuyordu içimde. Kuyuya içeriden bakacağım aklıma gelmemişti. 
   Yakın geçmişimizde kalan biri (?) 'Fırtınalı denizlerde büyük kaptanlar yetişir.' demişti unutmamam için. Tesadüf mü yoksa kader mi, gerçekten iyi kaptan olabilmem için mi bilmiyorum. O fırtınada boğuluyordum ben. Şimdi  ise hedefime ulaşabilmek için bir gücü,  yardımcı rüzgarları arıyorum.





9 Kasım 2012 Cuma

Tuhaf İşte

“Birçok kimse, hele burada ruhdeşenlik taslayan biri, önümüzdeki ekim ayında okula dönünce derslerime çalışıp çalışmayacağımı sordu bana. Bence budalaca bir soru bu. Diyeceğim, bir işi yapmadan önce, nasıl bilebilirsiniz onu yapıp yapamayacağınızı? Bilemezsiniz işte. Şimdilik çalışacağımı sanıyorum ben, ama gerçekte çalışıp çalışmayacağımı nasıl bilebilirim. Dedim ya, budalaca bir soru.”

 "... Ne diyeceğimi bilemedim. Doğrusunu isterseniz ben de bilmiyorum ne düşündüğümü. Bunca kişiden söz açtığıma üzgünüm. Bir bildiğim var, o da bütün sözünü ettiklerimin eksikliğini duymam. Stradlater Reis ile Ackley'in bile. İnanamayacaksınız ama; o Maurice hergelesinin bile. Tuhaf işte. Kimseye bir şey anlatmayın. Anlattınız mı, herkesin eksikliğini duyarsınız."

                                                                            
                                                        GÖNÜL ÇELEN  (The Catcher in the Rye) - Salinger




Geçmişe dair özlediğim ne varsa beş sene öncesine ait ve bu hep böyle kalsın istiyorum. Kimse ile okuldan bahsetmek istemiyorum çünkü Holden haklı. Açıkça söylemem gerekirse o hiç sevmediğim okulu bir gün özlerim diye korkuyorum.Yıllığını bile almadığım halde sınav takvimlerini saklıyorum. İnsan sevemediği bir şeyi özlemekten korkar mı diye soracaksın (her kimsen artık sen). Bilmiyorum ben de. Tuhaf işte.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Kendi Dünyasındaki Biricikliğin Herkesleşmesi

Türkçe paragraf sorularında beğendiğim metinler oluyor bazen.Sınavda olduğumu unutup soruyu cevaplamak yerine yazılanların üzerinde düşündüğüm zamanlar bile oluyor. Bugünki sorulardan biri kimseye açıklayamadığım anlatamadığım o duyguyu anlatıyordu.

'Yıllardır ilgiyle okuduğum bir yazarı geçenlerde bir söyleşide bana anlatmaya kalkıştıklarında, bana niye bunu anlatıyorsunuz dedim.Yahu siz daha onun ismini bile duymamışken ben onu okuyordum.Daha hiçbiriniz keşfetmemiştiniz bile.Ama anlamıyorlar niye sinirlendiğimi.Yazarla konuştuğumda ona aktardım bu durumu ve ben bu yüzden sizden soğudum dedim.Gene okuyorum her kitabınızı ama herkesle beraber okumak hoşuma gitmiyor.Keşke bu kadar meşhur olmasaydınız.Sırf benim yazarım olarak kalsaydınız'

 Yukarıdaki paragrafı yazan kişiyle aynı duyguyu paylaşıyoruz.Sevdiğim şarkı çokça bilinmesin ama değeri de verilsin istiyorum. Kimse çok sevmesin sevdiğim filmi,sevdiğim adamı... Popüler olmasını istemiyorum.Popülerlikle değerini kaybedecek benim olmaktan çıkacakmış gibi geliyor.Bunun adı kıskançlık mı yoksa? Yok canım ne kıskançlığı... 'Kendi Dünyamdaki Biricikliğin Herkesleşmesi'ni istemiyorum

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Alev Alev


Dede:  Geçmişini asla unutamazsın.Hep bir iz...Bazen küçük bazense büyük bir iz kalır.Bu izleri öyle kolay kolay silemezsin.Kimi zaman da her şeyi unutmuş gibi görünür.Ama hep küçük bir parça vardır,ona tüm geçmişi hatırlatan.
İnsan geçmişinden utanmamalı,korkmamalı.Her ne yaptıysa açık açık söyleyebilmeli.Sahiplenebilmeli onu. Bazen de işte onu orada öylece bırakıp gitmek,hiçbir şeyi hatırlamamak istersin.Pişmanlıklarını,üzüntülerini...Çünkü ne kadar bağlı olsan da ne kadar çok sevsen de yoluna devam etmek zorundasın.Ama tabii bunu yapmadan önce kendine sorman gerekiyor. Ben gerçeği gerçekten unutmak istiyor muyum?

Leyla: Ne yapayım?Yani...Aşk bir gönül yanılması değil mi sonuçta?


Dede: Hiç olur mu evladım?Hiç olur mu?Aşk gönül yanılması değildir.Tersine aşk gönlün yanmasıdır.Sen ne yaparsan yap,eğer bu ateş içine düştüyse onu söndüremezsin öyle sudan sebeplerle.

                                                                                                                  Leyla ile Mecnun

 Kalp midir insana sev diyen, yoksa yalnızlık mıdır körükleyen? Sahi sevmek nedir? Bir muma ateş olmak mıdır, yoksa yanan ateşe dokunmak mı? 

                                                                                                                                    Mevlana
Feridun Düzağaç- Alev Alev  http://fizy.org/#s/1ajf3l

1 Ağustos 2012 Çarşamba

  Endişe, korku hiçbir zaman bırakmayacak peşimizi. Her insanın içinde olacak ömür boyunca. Ta şurada, işte orası tarif edilemeyen o boşlukta saklanacak.
  Korkularımız değiştiremiyor gerçekleri, olacakları, olanı. Bu yüzden tüm korkaklığıma rağmen umut ediyorum, kırılıp dökülmelerime aldırmadan inandığım şeyin peşinden gidiyorum. Bizi biz yapan nedir bilir misin? İnandıklarımız. İnsanın en büyük zırhı, insanı insandan ayıran, insanı insana yaklaştıran inançtır.
  Hastanelerle iç içe büyüdüm desek yeridir. İnsanların acılarıyla yüzleştim çoğu kez. Yaşıtlarım gibi düşünemememin sebebi de bu olsa gerek. Küçücük arkadaşımı kaybettiğim gün, annemin hastalığını öğrendiğim gün, çaresizliği dibine kadar hissettiğim günler hep aklımda. İnsan bu  'Neden ben?' diye sormadı mı sanıyorsun ? Sordum. Evrenin tüm yollarının beni çıkaracağı kapı hep aynı sanki.

'Çoğumuz, ilahi bir müdahale olduğunda bunun çok büyük bir şey olduğuna inanırız.
Ancak bu, o an için göze çok önemsiz görünen ama aslında hayatınızın dönüm noktası olduğunu anlayacağınız küçük bir şey de olabilir.
Her birimiz eşsiziz. Ama hepimiz bir goblen oluşturmak için bir araya getirildik.Tamamını görmek için bir adım geri çekilmeden anlaşılamayacak kadar büyük bir goblen.Bir noktada, hepimiz uyanırız ve bir seçim yapmamız gerekir.
 Tanrı’nın yaptığı şeyin iyi bir şey olduğuna inanıp umudu mu seçeriz yoksa sağa sola yalpalayıp kendimizi kaosa teslim mi ederiz?' 

 Bu konuşmayı Flash Forward izlediysen hatırlamışsındır. Ben umudu seçiyorum.Evren kiminin tesadüf kiminin kader dediği şeyle bu yola sürüklüyor beni
Sebepler sonuçlardan önce olur. Ve diğer bir şekilde bu asla olmaz. Nesnelerin kendilerini imkânsız yapacağına inanmıyorum. Öyle olsalardı, o zaman tüm evrenin bir kaosa sürüklenmesini durduracak hiçbir şey bulunamazdı. '  der Hawking bir belgeselinde.
 Evrene, o büyük goblene bırakıyorum hayatımı. 

Not: Her yazının başlığı olmaz ki .Ben başlık atmaktan pek hazzetmem